Arkadaşlar, gerçekten inanılmaz bağnaz, hatta tabiri caizse utanç verici yorumlar okuyorum. Burası, nispeten eğitimli insanların olduğu yer diye düşünüyordum, internetin bilgili insanlar açısından daha homojen olduğu bir yer olması gerekiyor. Bakın size bireysel psikolog, psikolojinin ekolü olan Alfred Adler’in Yaşamın Anlamı kitabından önemli yerleri atıyorum:
“İki kişilik bir toplulukta iki taraftan hiçbiri ötekine hizmet eder konumda bulunamaz. Birinin hükmetmek ve ötekini itaate zorlamak istemesi durumunda, iki insanın verimli bir birlikteliği kurabileceği düşünülemez. Günümüz koşullarında pek çok erkek hatta kadın, ailede hükmedip emredecek, önder rolü oynayacak, sözünü geçirecek kişinin erkek olması gerektiği inancındadır. Pek çok mutsuz evlilikle karşılaşmamızın nedeni de işte budur. Hiç kimse öfke ve nefret duygusuna kapılmadan bir başkasının kendisi üzerindeki tahakkümüne katlanamaz. Hayat arkadaşlığı yapacak kişilerin eşit haklara sahip olması gerekir ancak o zaman önlerine çıkacak güçlükleri yenebilecek güce kavuşurlar.”
“Evlilik bir hayat arkadaşlığı olduğuna göre, taraflardan biri ötekinden üstün olmaya çalışmamalıdır. Bu nokta üzerinde genelde yapıldığından çok daha ayrıntılı şekilde düşünülmesi gerekir. Aile yaşamının sürdürülmesinde zor kullanmanın yeri yoktur ve taraflardan birinin önderliği üstlenip karşı taraftan daha çok önemsenmek istemesine olumlu bir gözle bakılamaz. Baba güçlü bir
kişilik sahibiyse ve evde hep kendi dediği oluyorsa, ailedeki oğlan çocukları birer yetişkin erkek olarak gelecekte oynayacakları role ilişkin beklentiler konusunda yanlış bir görüş edinirler. Böyle bir durumdan kızlar daha da olumsuz yönde etkilenir, erkekleri despot kişiler olarak kafalarında yaşatır, evliliğe bir çeşit boyunduruk altına girme ya da kölelik gözüyle bakar, bazen kaçıp sapıklığa sığınarak erkeklerden yakayı kurtarmaya çalışırlar. Evlilik yaşamında annenin, yönetimi eline alıp aile üyelerinde sürekli kusurlar bulması durumunda ise tersi bir tabloyla karşılaşılır. Kızlar büyük bir olasılıkla annelerini taklit eder, kendileri de zamanla onun gibi hırçın ve her şeye kusur bulan kimselere dönüşürler. Oğlanlar ise sürekli savunma durumunda yaşar, yaptıklarına annelerinin kusur bulacağından korkup durur, annelerinin kendilerini sindirme girişimlerine karşı tetikte beklerler. Bazen yalnızca anne değil, kız kardeşler de zorbaca davranır oğlanlara, hala ve teyzeler de anne ve kız kardeşlerin safına katılır, hep birden oğlanları susta durdurmaya çalışırlar. Zamanla oğlan ürkek ve utangaç bir çocuğa dönüşür, köşesinden çıkıp toplumsal yaşama katılmak hevesini asla duymaz içinde.
Bütün kadınların, evdekiler gibi her şeye kusur bulup kâhya gibi davranan kimseler olduklarını düşünerek korkar, kadınlarla hiçbir alıp vereceği olsun istemez. Hiç kimse paylanıp azarlanmaktan hoşlanmaz ama bir insan her türlü eleştiriden kaçmayı kendisine temel amaç edinmişse, toplumsal ilişkileri
bundan büyük ölçüde zarar görür. Böyle bir kimse her olayı "Yenen mi olacağım, yenilen mi?" sorusuna göre değerlendirir. Başkalarıyla ilişkilerine yalnızca zafer ya da yenilgi açısından bakan kimselerle arkadaşlık etmek olanaksızdır.”
“Şimdi de sevgi-evlilik sorununu, ayrıca mutlu ve başarılı bir aile yaşamının yapısını ele alıp
inceleyeceğiz. Bir erkekten beklenecek başlıca şey, kendini eşine bağlı hissetmesidir; bir kimsenin bir başkasıyla herhangi bir şeyi paylaşma duygusuna sahip olup olmadığını kolaylıkla saptayabiliriz. Erkek, paylaşma duygusuna sahip biriyse, eşinin hoşlandığı şeyler kendisinin de hoşuna gidecek, eşinin mutluluğunu içtenlikle kendi kişisel sorunu yapacaktır. Burada önemli olan hiç de tek başına sevgi değildir; sevginin pek çok değişik çeşidi vardır, dolayısıyla tek başına sevgi, aile yaşamında her şeyin tıkır tıkır yürüdüğünü göstermez. Erkek, eşinin aynı zamanda arkadaşı olmalı, eşinin yaşamını kolaylaştırmaya ve zenginleştirmeye çalışmalı, eşinin gönlünü hoş etmekten kıvanç duymalıdır. Ancak iki tarafın, ortak mutluluklarını kendi özel çıkarlarından üstün tutmaları durumunda gerçek bir aile topluluğu ortaya çıkar. Eşlerden her biri kendisinden çok ötekini düşünmek zorundadır.”
Kitabı muhakkak okumanızı tavsiye ediyorum, kitabı okumayağınızı biliyorum, bari en azından şu yazdıklarımı okuyun.