Bazen içinde bulunduğun ruh hali o kadar içinden çıkılmaz bir durumdadır ki o durumun içinden çıkmak için çözüm üretmek bile gelmez zaten aklına. Çünkü o ruh hali zaten seni içine öyle bi hapsetmiştir ki, ne nerde olduğunun farkındasındır, ne ne yediğinin içtiğinin, ne nefes aldığının, ne de nerde uyuyup, ne zaman uyandığınının... Etrafında şeffaf tuğlalardan örülmüş bir fanusla hayatına devam etmektesindir. Herkes seni görür, herkes sana bakar ama sen kimseyi görmeden, bazen gördüğünün bile ne olduğunun farkına varmadan yaşamına devam eder haldesindir. Seni seven, sana değer veren herkes sana bakar ve senin bulunduğun bu duruma üzülür, yer bitirir kendisini. Sevmeyenlerin zaten umrunda değilsindir bile. Zaten sen etrafta fanusunla dolaşırken de, kendini odana hapsetmiş hiç bir şey yapmadan dururken de, sabahleyin uyanıp saatlerce amaçsızca tavanı seyrederken de; ne etrafında sana acıyan, üzülen ya da sevinen gözleri farkedersin ne de onların sözleri senin fanusundan içeriye girebilir. İrtifa kaybeden bir uçağın içindeymiş de herkes endişeyle panikle çığlıklar atarken sen kemerini bile bağlamamamış öyle boş gözlerle etrafa bakar haldesindir. Telefonlara cevap vermediğin, kapına gelip zilini çalan arkadaşlarını kapı deliğinden gözetleyip de gitmelerini beklediğin, aynı evde yaşadığın insanların bile yüzünü görmediğin; kısaca yaşamadığın yaşamında sanki her şey üst üste gelir sen tepki ver diye. En sert yerden vuran bir haber alırsın. Ama sen zaten yaşamını yaşamadığın için o haber bile etkileyemez seni. Sen yine fanusunun içinde durup filmdeki anlamsız figüran olarak durursun köşende. "Bu çocuk böyle değildi ya ne hale gelmiş" diyen fısıltıların, göz süzmelerin bile faydası yoktur. Sana yiyecek bir şeyler uzatır birileri zevk al en azından bir şeylerden diye. Ama sen sadece kahvenden, sigarandan, çikolatandan bir nefes, bir yudum, bir ısırık alabilirsin. Onları da zevk aldığın için değil, sadece kendini uyuşturmak için... En absürt olaya bile gülmeyi bırak bir tebessüm bile gösteremediğin, normalde kavga bile edebileceğin bir durum karşısında sessiz kalmayı seçtiğin, en acı olayda etrafa sadece boş gözlerle bakıp sanki kamuflaj giymiş de ortalıkta olduğunu kimse görmesin diye uğraştığın o anlardan birinde çok alakasız çok garip çok acayip bir yerden birileri gelir. Duygusallıkdan anladıgım budur Sanki o fanus hiç yokmuş gibi konuşmaya başlar seninle. Ya da sen aslında duymaya başlamışsındır birilerini. Duymayı geç birini dinliyorsundur uzun uzun zaman sonra. Sonra sana bir şarkı dinletmeye çalışır. Aylardır hep aynı şarkıları dinleyen sen, kendini bambaşka bir şarkıyı dinlerken bulursun; üstelik hoşuna gitmiştir bu şarkı. Uzattığı ve aslında hiç hazzetmediğin şeyden tadarsın birden. Tadı kötü bile gelse sırıtırsın. Bu sırıtma aylar sonra suratının aldığı ilk tebessümdür. Hem de gerçekten hissettiğin ilk tebessüm. Sonra onun salakça esprilerine gülerken, aptal halleriyle dalga geçerken, dil sürçmelerine kahkahalar atarken bulursun kendini. Daha önce hiç gitmediğin bir yerde aslında hiç yapmayacağın, aklının ucundan bile geçmeyen bir şey yaparsınız beraber. İçini kaplayan, seni kendi içinde hapseden o ruh halinin akıp gittiğini hissedersin o şeyi yaparken.. Ona sarılıp ağlarken bulursun kendini. Yaşamadığın tüm yaşamın yorgunluğu dökülür gözlerinden.. Artık hayata dönmüşsündür sanki tekrar. Sonra gitmesi gerekir birinin. O ya da sen farketmez.. Minnetarsındır ona seni hayata geri döndürdüğü için ama ifade edemezsin. Bir zamanlar ağzı binlerce laf yapan o adam gitmiştir çünkü. Her ne kadar geri dönse de daha emekleyen bebek gibidir yeni hayatında. Nefes almayı bile yeniden öğrenmekteyken nasıl cümle kurabilirsin ki zaten. Sonra gidersin.. Ama gidemezsin.. Saçmalaya saçmalaya gidemediğini anlatmaya çalışırsın ona.. Sen anlatamadıkça o anlar. Gerçekten anlar... Anladığını hissedip sorarsın : Peki şimdi ne olacak ?